10 Ocak 2021 Pazar

Sevgili kula verilen iki nimet Allahü teâlâ bir kulunu severse ona iki nimet verir: 1- Ona sevdiği bir kulunu tanıtır: Gösterir değil, tanıtır. Çünkü tanımak ve inanmak başka, görmek başkadır. Peygamber efendimizi pek çok kişi gördü. Sadece onu tanıyabilenler Eshab-ı kiram oldular. Tanımayanlar Ebu Cehil gibi kâfir olarak kaldılar. İşte, Allahü teâlâ bir kulunu severse, Eshab-ı kirama Peygamberimizi tanıttığı gibi, ona, İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi sevdiği bir kulunu tanıtır. Çünkü Peygamber efendimizin vârislerini tanımak, Peygamber efendimizi tanımaya sebep olur. Allahü teâlânın sevgili bir kulunu tanımak, baştaki gözle olmaz, kalp gözüyle olur. Tanıyanın kalp gözü açılmıştır. Kalp gözü, hakkı bâtıldan ayırmak içindir ki, en zor iş de budur. Büyük bir zata bir talebesi, (Efendim, bir dua buyurun da Allahü teâlâ bizim kalp gözümüzü açsın) der. O zat da şaşırıp buyurur ki: (O nasıl söz evladım! Eğer senin kalp gözün açık olmasaydı, bu büyükleri tanıyabilir miydin? Eğer baş gözü kâfi gelseydi, gören herkes tanırdı. İşte Bağdat, binlerce nüfusu var. Ama Bağdat’ın içerisinde büyükleri tanıyan kaç kişi çıkar? Ancak kalp gözü açık olan o büyükleri tanıyabilir. O hâlde senin kalp gözün açılmış.) 2- Ona hayırlı iş nasip eder: En hayırlı iş, Peygamber efendimizin yaptığı iştir. Yani dine hizmettir. Allahü teâlânın sevdiği kul, Ehl-i sünnet yoluna ihlâsla hizmet eder. İhlâsı az da olsa, kıymetlidir. Çünkü ihlâs, Allah içindir. Bir insanın yaptığı bütün ibadetlerin sevapları toplansa, cihad sevabının yanında, denizde bir damla kadar kalır. Cihada verilen sevap ise, emr-i maruf ve nehy-i münker sevabı yanında denizde bir damla gibidir. Cihad, insanlara hizmet etmektir. Emr-i maruf ve nehy-i münker ise, Cenab-ı Hakk'ın emirlerini ve yasaklarını, yani İslamiyet’i öğretmektir. İlmi yaymaktır. Allahü teâlânın dininden bir mesele öğreten, yüz umre yapandan daha çok sevap kazanır. Ya bir kimsenin iman etmesine veya Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesine vesile olursa, bunun sevabı ölçülemez. Bu nimetle şereflenenler, emr-i maruf sevabı yanında, hem cihad, hem de ibadet sevabı kazanıyorlar. İbadet yapıyorlar, çünkü namazlarını kılıyorlar, oruçlarını tutuyorlar. Cihad sevabı da kazanıyorlar, çünkü yoruluyorlar.

 

......... Şanlı Peygamberimiz Efendimiz sav. Buyurdularki : " Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur." (Tirmizî, Daavat,1; İbn Mace, Dua,1) Dua aynı zamanda bir ibadettir. "Dua ibadetin ta kendisidir. " (Tirmizî, el-Bakara Sûresi Tefsiri, 16)
RABBİMDEN SAĞLIKLI, SİHHATLİ, HUZURLU VE HAYIRLI GÜNLER DİLERİM..

Allah rızası için bir araya gelmenin tadına doyulmaz. Bunun verdiği zevk, başka hiçbir şeyde yoktur... Bir büyük zat, her gün sâlihlerle beraber olmak istermiş, (Bugün evimiz çok sakin, davet edelim de birileri gelsin, beraber oturalım, yemek yiyelim veya bir arkadaşın evine ziyarete gidelim) dermiş. İşte bu sevginin kalpten taşması lâzım. Birbirimizi Allah rızası için çok sevelim.
Bunun tadının üstünde bir tat aramak yanlış olur. Allahü teâlâ bizi, din büyüklerimize ve birbirimize kavuşturmuş. Konuşamayacağımız veya bir derdimiz, sıkıntımız olunca yanaşamayacağımız insanlarla beraber değiliz. Yeter ki dünyalık işlerin telaşesi, mevkiileri araya girmesin. Bunlar olursa tadı kaçar

(Dinimize hizmet edenler, Rabbimizin Cennette vereceği nimetlerin kıymetini, ihtişamını müslümanlar biraz anlayabilselerdi, kendilerini ve her şeyi unuturlar, sevinçten sokağa çıkıp oynarlardı)


Dünya cennete göre Kulun zindanıdır
Bu dünyadaki nimetlerin, evlerin, yatların, villaların hepsi hayâldir. Bunların hakikisi, Cennette Müslümanlar içindir. Bu dünya hayâldir, rüyadır. Rüyaya aldanmamalı. Peygamber efendimiz, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) ve (Dünya müminin zindanıdır, kâfirin de cennetidir) buyuruyor. Elbette bu, Cennetteki nimetlere, Cehennemdeki azaplara göredir. Cennette öyle nimetler olacak ki, bu hayatımız o nimetlerin yanında, zindan gibi olacak. Kâfirler de o azaba düştükleri zaman, kahr-ı perişan olacaklar, buradaki o ihtişamlı hayatları, o Cehennem azaplarının yanında, Cennet gibi olacak.

Her günümüzün son gün, kıldığımız her namazın son namaz olduğunu düşünmeliyiz. Din büyüklerimiz, aldıkları her nefesi‎, son nefes olarak kabul ederlerdi. Elbette insan böyle düşünürse her türlü heves, azgınlık, frenlenir, kontrol altına alınır



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder