Hanefî âlimler imam Mâturîdî'ye, "eş-şeyh el-imam ez-zâhid reîsü ehli's-sünnet", "alemü'l-hüdâ", "zâhid, şeyh/şeyhu'l-imam "imâmü'l-hüdâ", "reîsü meşâyihi Semerkand", imâmü'l-mütekellimîn ve musahhıhu akâidi'l-müslimîn" gibi ünvan ve lakaplar vermiştir. Bu âlimlerden Mahmud b. Süleyman el-Kefevî (990/1582), Mâturîdî'yi "İmâmü'l-hüdâ Sünnet ve hidayet ehlinin önderi, Sünnet ve Cemaat'in bayraktarı, fitne ve bidatin kökünü kazıyan, şeyh imam, kelamcıların imamı ve Müslümanların akaidini tashih eden" şeklinde tavsif ederek o zamana kadar ona verilen sıfatların hemen hepsini bir arada toplamıştır.
Bununla birlikte, o daha çok "Ebû Mansûr el-Mâturîdî", "Ebû Mansûr es-Semerkandî", "Ebû Mansûr el-Mâturîdî es-Semerkandî" ve "eş-Şeyh Ebû Mansûr adıyla bilinmektedir.
Ebû Mansûr el-Mâturîdî, bugün Özbekistan'ın sınırları içerisinde bulunan Semerkant şehrinin Mâturîd köyünde doğmuştur. Doğduğu yere nispetle, el-Mâturîdî adıyla meşhur olmuştur . İlmî üstünlüğü ve faziletli kişiliği sebebiyle pek çok isim ve lakapla anılmasına rağmen onun ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte, Muhammed b. Mukâtil (248/862)'e öğrencilik yaptığı göz önünde bulundurulacak olunursa, onun III/IX. asrın ortalarına doğru 230/844 yılına yakın bir zaman diliminde doğduğu söylenebilir.
Ebû'l-Muîn en-Nesefi, Ebû Mansûr el-Mâturîdî'nin, 324/935 yılında vefat eden Ebû'l-Hasani'l-Eş'arî'den üç beş sene sonra vefat ettiğini söylüyor; fakat kesin bir tarih vermiyor. Diğer biyografi yazarları ise, onun 333/944 tarihinde Semerkant'da vefat ettiği konusunda genel bir kanaate sahiptirler. Tahminen 235/846-240/851'li yıllarda doğduğuna ve 333/944 tarihinde vefat ettiğine göre, Mâturîdî'nin yaklaşık 100 sene yaşadığı söylenebilir. O, hayatı boyunca ilimle meşgul olmuş ve vefat ettiğinde geride pek çok eser ve öğrenci bırakmıştır. Nitekim uzun süre Semerkant kadılığı yapmış olan Hakim es-Semerkandî, Semerkant'in meşhur Câkerdize Mezarlığı'na defnedilen İmam Mâturîdî'nin mezar taşına şu ibareyi yazdırtmıştır:
"Bu, her şeyini ilme adayan ve ilmin yayılıp, gelişmesine harcayan,
Bu sebeple, eserleri övülen, ömrünün meyvelerini toplayan zatın kabridir".
İmam Ebû Mansûr el-Mâturîdî, imam-ı Azam Ebû Hanife'nin ölümünden yaklaşık bir asır sonra Semerkant'ın Mâturît köyünde dünyaya gelen önemli bir Türk âlimidir. Engin zekâ ve yüksek anlayışıyla iyi bir tahsil gördükten sonra Ebû Hanife'nin itikâdî görüşlerini sistemleştirmiştir. Böylece Ehl-i Sünnet'in Mâturîdîyye kolunun teşekkülünü hazırlamıştır. Kur'an'ın muhkem ayetlerine ters düşmemek kaydıyla, dinin furua ait kısımlarında değişik görüşlerin bulunmasını tabii karşılayıp, herkesi birlikte huzur içerisinde yaşamaya çağırmıştır.
İmam-ı Azam Ebû Hanife'nin öğrencileri olan İmam Muhammed eş-Şeybânî'nin ve Ebû Yusuf un öğrencilerinden okuyup yetişen Ebû Mansûr el-Mâturîdî, hayatı boyunca dînî ilimler konusunda araştırma yapmış, okumuş ve okutmuştur. Tefsir, kelam, mezhepler tarihi, fıkıh ve usûlü fıkıh sahalarında önemli eserler vererek ve pek çok talebe yetiştirerek, Hanefiliği, talebeleri ve eserleri vasıtasıyla yaymıştır. Bu sebeple o, Ebû Hanife'den sonra itikatta Hanefî mezhebinin ikinci büyük âlimi kabul edilmiştir.
İmam Mâturîdî, İmam-ı Azam gibi ayet ve hadislerin yanı sıra akla büyük önem vermiş ve bu sebeple hiçbir peygamber gelmemiş olsaydı bile, insanın aklı sayesinde, âlemdeki nizam ve intizama bakarak, yüce bir yaratıcıya inanmasını gerekli görmüştür. Kaldı ki Allah, insanlara aklı desteklemek için peygamberler göndermiştir. Aklî ve naklî delillere göre, Allah'ın varlığı ve birliği, gökyüzünde parlayan güneşin mevcudiyetinden çok daha açık ve kesindir. O halde, Allah'a inanma konusunda, en küçük bir şüpheye yer yoktur. Bütün bunlar, kendisine tebliğ ulaşmasa da, insanın âlemdeki nizam ve intizama bakarak bir yaratıcıya inanmasını gerekli kılmaktadır. Ancak inanma konusunda asla bir zorlama söz konusu olamaz. Zira Allah, bütün insanlara akıl verip peygamberler gönderdikten sonra onlardan tevhide inanmalarını ve her şeyh en iyisini yapmalarını istemektedir. Allah, dünyanın imtihan yeri olduğunu belirttikten sonra herkesi inanma ve güzel işler yapma konusunda serbest bırakmıştır. Onun için Allah'a inanma ve O'nun emirerini yerine getirme konusunda güç kullanılamaz. Dileyen inanır ve güzel işler yapar; dileyen inanmaz. Allah'a karşı herkes kendi nefsinden sorumludur. Allah'a inanmayanlar, amel ile sorumlu değildir. Bu sebeple hiç kimse, bir başkasını inanmadığı için kınayamaz, baskı altına alamaz. Allah'a inanan kimseye düşen, imanını taklitten tahkike çıkararak olgun bir mümin olmaktır.
Mâturîdî'ye göre olgun bir mümin olabilmek, ancak hakiki bir imana sahip olup, güzel işler yapmakla mümkündür. Fakat dünyadaki her Müslümanın imanı ve işleri istenilen düzeyde değildir. Bu seviyeye ulaşabilmek için sabır, metanet, azim ve dayanışmanın yanı sıra Allah'ın yardımı gerekmektedir. İnsanlar, sabır, azim ve el birliğiyle her şeyin en iyisini yapmaya ve her alanda ilerlemeye çalışamalıdır. Diğer bir ifadeyle ibadeti ve iyilikleri yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için yapmalıdır. Bu sebeple, bir taraftan, ahlak bakımından doğruluk dürüstlük, çalışkanlık, sabır vb. güzelliklerin hepsine sahip olmaya çalışmalı; diğer taraftan, her şeyin mümkün olan en iyisini yapmaya gayret etmelidir.
Mâturîdî, her türlü fazilet ve ilerlemeye ulaşabilmenin ancak ilim ile mümkün olduğu görüşündedir. Ona göre ilim elde etmenin üç yolu vardır. Bunlar, duyular, haberler (haber-i sâdık, haber-i mütevatir, haber-i vahid) ve akıldır.
İmam Mâturîdî, aynı zamanda kelâm sahasında da oldukça önemli bir yere sahiptir. Çünkü o, kelâm ilmine zındıklık olarak bakıldığı hatta bu ilimle uğraşanların zındıklıkla itham edildiği bir dönemde, hiç kimseden çekinmeden bu ilmin caiz olduğunu hatta gerekli olduğunu savunmuştur. Aynı zamanda o, kelamın gelişmesi vekonuların daha iyi anlaşılabilmesi için akla ve istidlale büyük önem vermiş; yeni kavramlar üretmiştir.
Mâturîdî görüşlerini aklî ve naklî deliller ışığında ortaya koymuş ve bunu yaparken, inananları daha çok Allah'ın kelamıyla, inanmayanları ise, aklî deliller ile ikna etmeyi amaçlamıştır. Mesela ona göre, kâinat ve içerisindeki bütün varlıklar farklı yapılarda ve zıt konumlarda yaratılmıştır. Kâinattaki hiçbir şey, sadece zararlı veya sadece faydalı olacak şekilde tek amaçlı yaratılmamış; aynı zamanda birbirine zıt karakterde yaratılmıştır. Buna rağmen, her nesne, zararlı ve yararlı özellikleriyle bir arada yaratılmıştır. Her nesnede fayda ve zarar gibi birbirine tamamen zıt olan bu iki vasfın bir arada ve ahenkli bir şekilde yaratılmış olması, Allah'ın varlığının, birliğinin ve azametinin en büyük aklî delilidir.
İmam Mâturîdî, aynı zamanda İslam dünyasında akıl ve mantıkla çelişen pek çok anlayışın bulunduğu bir dönemde, akıl ve vahiy dengesini kurarak, Kelam, Tefsir ve İslam Fıkhı alanlarında kendine has metoduyla çözümler bulmaya çalışmıştır.
Daima tutarlı olmayı savunan Mâturîdî, tevhid gibi konularda muhaliflerini, özellikle de Mutezile'yi tutarlı ve mantıklı olmadıkları gerekçesiyle bir hayli eleştirmiştir. Fakat Ehl-i kıble olan hiç kimseyi tekfir etmemiştir. Onun muhaliflere özellikle de Mutezile'ye karşı ilmî yönden bu sert tavrın arkasında Hanefileri Mutezili fikirlerden koruma çabası yatmaktadır.
İmam Mâturîdî, dini siyasete alet etmemiştir. Bu sebeple kendi dönemindeki idarenin desteğinden yoksun olmuştur. Bu durum kendisinin ve taraftarlarının dışlanmasına yol açmıştır. Gerçekten de hocası Ebû Nasr el-İyâzî'nin ölümünden sonra, onun talebeleri arasında din ve dünya görüşü bakımından bazı farklılıklar ortaya çıkmış ve bunun sonucunda, o zaman, Semerkant'ta iki temel anlayış belirmeye başlamıştır. Bunlardan birisi Ebû Ahmed el-İyâzî gibi kişilerden oluşan İyâziyye ekolünün benimsediği, sorgulamadan, eleştirmeden siyasilere mutlak itaatin gerekliliğini savunanteslimiyetçi anlayıştır. Diğeri ise, Mâturîdî ve Ebû Bekir Ahmed b. İsmail el-Fakih es-Semerkandî gibi şahısların başını çektiği Cüzcâniyye ekolünün sorgulayan, eleştiren ve daha iyiyi yakalamak için akla büyük önem veren bir anlayıştır. Böylece, temelde Hanefi çizgide bulunan Semerkani ekolü içerisinde, birbirlerine rakip iki alt grup ortaya çıktı. Bunlardan İyâziyye grubu zamanla siyasilerle yakın ilişki içerisine girdiler ve onların bazı yanlışlıklarını görmezden gelmeye başladılar. Aynı zamanda siyasiler de, onları destekleyip, kadılık makamlarını onlara verdiler. Bununüzerine İmam Mâturîdî, bazı Samani emirlerinin yaptığı haksızlık ve yanlışlıkları açıkçaeleştirmiştir.
Mâturîdî'nin yaşadığı dönemde, Semerkant Hanefileri arasında bir kırılma yaşanmaya başlamış ve tevili savunan Rey taraftarlığından, metin odaklı düşünceyi savunan Hadis taraftarlığına doğru bir kayma olmuştur. Buna karşın Semerkant ekolü içinde Mâturîdî'nin başını çektiği Cüzcâniyye grubu ise, Hanefiliğin özünde var olan "rey" anlayışını aynen sürdürmüştür. Bundan dolayı, Semerkant ekolü içerisinde Mâturîdî'nin temsil ettiği bu grubu, Semerkant HanefıleriAllahEhl-i Rey Taraftarları şeklinde isimlendirdik ki, bunlar daha sonra Mâturîdiyye olarak meşhur olmuştur.
Dönemin kültür ve düşünce merkezi olan Semerkant ve Buhara'da hüküm süren Samaniler, siyasî otoritenin zaafa uğramasından endişe duyduklarından ve benimsedikleri mezhebi desteklemek amacıyla değişik düşünce ve akımlara karşı çıkmışlardır. Sonuçta Samaniler, Hanefi Hadis taraftarlarını destekleyerek onların dışındaki görüş ve anlayışları engellemeye çalışmışlardır. Bu arada Sünnileri, Şiîler ile diğer mezhep ve akımlara karşı savunan ve bunda da başarı kazanan Mâturîdî'nin fikirleri büyük oranda devam etmekle birlikte bazı konulara dair görüşlerinden dolayı, Mâturîdî'ye ve talebelerine karşı destek azalmıştır. Bu nedenle, Mâturîdî ve takipçileri Samaniler zamanında dar bir bölgede yaşamak zorunda kalmışlar ve daha çok kırsal kesimde tutunabilmiştir. Bu sebeple onungörüşleri devam etmesine rağmen siyâsî vb. nedenlerden dolayı adeta onun adının anılmasına ambargo konulmuştur. Nitekim toplum tarafından büyük kabul görmesine rağmen, Samanilerin yazdırdığı ve desteklediği eserlerde Mâturîdî'nin adı hiç geçmemektedir. Bununla birlikte, öğrencisi Rustuğfenî ve onun öğrencisi İbn Yahya, Mâturîdî'nin ismini övgüyle zikrederek onun Semerkant ekolü içindeki yerine işaret ederler. Fakat onların bu çabaları desteklenmediği için ve imkânlar kısıtlı olduğu için Mâturîdî ilk devirlerde yeterince tanınıp bilinememiştir. Mâturîdî'nin kendi memleketinde bile ihmale uğramasının en büyük sebebi olarak bunu gösterebiliriz. Bütün bunlardan dolayı hicri beşinci asrın ikinci yarısına kadar yaklaşık iki asır Mâturîdî büyük ihmale uğramıştır.
İmam Mâturîdî, hicri beşinci asrın ikinci yarısında Ebü'l-Yüsr el-Pezdevî tarafından tekrar Ehlü Sünnet ve'l-Cemaat'in önde gelen imamı olarak görülmeye başlanmıştır. Pezdevî'nin Semerkant kadılığına atanmasıyla birlikte, Mâturîdîlik devlet tarafından desteklenmiştir. Bundan sonra Maturidiliğin yayılması hızlanmıştır.
Pezdevî'nin sahip çıkmasıyla ikinci kez tanınmaya başlayan Mâturîdî'nin yıldızı gittikçe parlamış ve hicri beşinci asrın sonlarına doğru, Ebû'l- Muin Nesefî ve öğrencisi Alâuddin es-Semerkandî ile birlikte Ehlü Sünnet ve'l-Cemaat'in yegâne imamı olarak görülmeye ve gösterilmeye başlanmıştır. Bunun sonucu olarak Mâturîdî'nin görüşleri önce Mâverâünnehir ve Horasan'da sonra Irak, Suriye ve Anadolu'da yayılmıştır. Hanefıler arasında Mâturîdî adının ve fikirlerinin her konuda öne çıkması ve onun itikatta imam kabul edilmesi, sonuçta muhaliflerin, özellikle de, Mutezile mensuplarının, onlara, Mâturîdiyye ismi vermelerinde önemli rol oynamıştır.
Araştıran sorgulayan ve her şeyin mümkün olan en iyisinin yapılmasını isteyen; problemlerin aklın ışığında çözülmesini tavsiye eden; kardeşlik ve eşitlik, birlik ve beraberlik, barış ve adalet anlayışı üzerine kurulan iman nazariyesini savunan İmam Mâturîdî ve ona nispet edilen Mâturîdîlik iyi bilindiği takdirde, günümüzdekiMüslümanların daha sağlıklı bir din anlayışına kavuşmalarına yardım edeceğini düşünmekteyiz. Ayrıca sağlam bir din anlayışına sahip olan Müslümanların, dünya barışının teminine de önemli katkı sağlayacağı kanaatindeyiz.
MÂTURİDİ VE MÂTURİDİLİK. Dr.Ahmet Ak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder