1 Aralık 2020 Salı

Kur’an okurken Allah’a sığınmak için söylenmesi lâzım olan lafızlar hakkında on dört rivayet vardır. Bunlar içinde en tercih edilen “Eûzü billâhi min’eş-şeytan’ir-racîm” dir ki; bu husustaki en sabit rivayet budur. Her ne kadar “esteîzü billâhi” sözü Rabb’imizin, “isteîz” (sığın) emrine dil açısından daha muvafık ise de, “Eûzü billâhi...”rivayet açısından daha güçlüdür. Hadis-i Şerif: Levh-i Mahfuz’dan, Kalem-i Âlâ’dan Cebrail (a.s.) bana böyle okuttu. Eûzü”nün mânâsı: “Kemâl sıfatlarını toplayan, Vacib-ül Vücud olan Zat’a sığınırım veya ondan yardım isterim.” demektir. Onun için Allah lafzı yerine Rabb’imizin diğer isim ve sıfatlarından biri zikredilmemiştir.( Meselâ “Euzü bir-Rahman” denilmemiştir.) “Eûzübillâh” denilmesinde Allah-ü Tealâ’nın men edici olmasını ifadede mübalağa vardır. Çünkü; İlâh ancak; Alim, Hakim ve Kadir olduğu zaman men edici olur. Eûzübillâh sözü Kadir, Alim ve Hakim olan Zat’a iltica ederim demektir. Bu da men etmekte son mertebedir. Çünkü hırsız, sultanın kudretini bilmekle beraber hırsızlık yapar. Zira bilir ki; sultan her ne kadar kudretli de olsa, onun hırsızlık yaptığını bilmemektedir. Men etmek için yalnız kudret kâfi değil, bilmek de lâzımdır. Yine “bilmek” ve “kudret”, kötülüğü men etmekte yeterli olmaz. Belki sultan bir kötülüğü görür; fakat engellemeyebilir. Ancak ilim, kudret ve hikmet bir arada bulunursa, o zaman kötülükler tam mânâsıyla engellenir. Bundan dolayı Cenab-ı hakkın bütün sıfatlarına işaret eden tüm isimlerini kaplayan ismi azam sayılan Allah lafzai celali ile Euzü billahi denilmiştir. Zira Rahman kimdir dense Allah, Alim kimdir dense Allah semii kimdir dense Allah diye cevap veririz. Bu isim bütün isimlere şamildir. “Eûzü” sığınıyorum, sarılıyorum, korunmak istiyorum ve yardım diliyorum gibi manalara gelir. Bir kimsenin “euzü” demesi, yaptığı bir işi haber vermesidir; ama “Ya Rabb! Beni koru” manasına gelir. Nitekim, “Estağfirullah”, ben Allah’tan mağfiret talep ederim demek, Allah’ım beni mağfiret et demektir. (tefciruttesnim fi kalbin selim)

 TEDBİRLİ OLMAK

Dînimiz, bize çalışmayı farz kıldığı gibi tevekkülü de emretmiştir. Bunların ikisi de vazîfelerimizdendir. Çalışmayı terk edersek maîşetimiz, tevekkülü bırakırsak îmânımız sarsılır. Her şeyin Allâh’ın takdîri ile meydana geldiğine inanan bir müminin sanat veya zirâatla uğraşması, tevekküle aykırı değildir. Üzerine düşeni yapar, geri kalanı Allah’tan bekler. İşi olursa, “Rabbimizin tevfîki ve ihsânıdır” deyip şükreder. Teşebbüsü müspet netîce vermez; yaptığı olmaz, diktiği yetişmezse, “Allâh’ın takdîri böyle imiş” deyip sabreder.
Hazret-i Enes (r.a.) diyor ki: Deveye binmiş bir adam, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e geldi: “Ey Allâh’ın Resûlü, devemi bağlayıp da mı tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?” dedi. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), “(Devenin ayağını) bağlaman tevekküle zıt değildir. Onu bağlamanda tedbirli olmak ile beraber, Hazret-i Allâh’a itimat etmek vardır.” buyurarak ihmâle asla müsâade etmemiş, ona, tedbirini aldıktan sonra tevekkül etmesini tavsiye etmiştir.
Avf bin Mâlik’den (r.a.): Peygamber Efendimiz (s.a.v.) iki kişi arasında hüküm verdi. Kendisi aleyhine hüküm verilen şahıs dönüp gittiği sırada “Hasbiyallahü ve ni’mel vekil.” dedi. Bu sözü ile davalı olduğu kişinin kendisinden haksız bir şekilde mal aldığına işaret etmek istedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Muhakkak Hazret-i Allah aczi (işlerinde tedbirsiz olmayı ve işini noksan yapmayı) kötülemiştir. Lakin sana işlerinde tedbirli ve ihtiyatlı olmanı tavsiye ederim. İhtiyat ve tedbirine rağmen bir işin üstesinden gelemezsen o zaman Hasbiyallahü ve ni’mel vekil dersin.” buyurdular.
Hâsılı Hazret-i Allah, bir kulunun işini noksan yapmasına razı değildir. Lakin uyanık olmayı ve ihtiyatı medhetmiştir. Kişi işlerinde tedbiri elden bırakmamalı ve ondan sonra ‘Hasbiyallahü ve ni’mel vekil’ demelidir.
(Mirkâtü’l-Mefâtih Şerh-u Mişkâtü’l Mesâbih)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder