MEVLİD KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ (sallallâhü aleyhi ve sellem) Rebîulevvel ayının 12’nci gecesinde Pazartesi günü kâinâtı teşrîf etmişlerdir. Bu îtibarla bu ayın 12’nci gecesi, hicrî senenin ilk kandilidir.
Bu ay içerisinde mümkün olduğu kadar salât ve selâm getirmeli; Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye okumaya çalışmalıdır. Bu gecenin mânevî zenginliğinden istifâde etmek için bir tesbih namazı kılmalı, bir de Hatm-i Enbiyâ yapmalıdır. Tesbih namazına şu şekilde niyet edilir:
“Yâ Rabbi, niyet eyledim rızâ-yı şerîfin için tesbih namazına. Yâ Rabbi, bu gece teşrîfleriyle âlemleri nûra gark ettiğin Habîb’in, başımızın tâcı Resûl-i Zîşân Efendimizin hürmetine ve bu gecedeki esrârın hürmetine ben âciz kulunu da afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle.” Allâhü Ekber, diyerek namaza başlanır. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
MEVLİD-İ ŞERÎF’TEN
Bu gelen, ilm-i ledün sultânıdır,
Bu gelen, tevhîd ü irfân kânıdır.
Bu gelen aşkına devreyler felek,
Yüzüne müştâkdır ins ü melek.
Bu gice ol gicedir kim ol Şerîf,
Nûr ile âlemleri eyler latîf.
Bu gice dünyâyı ol cennet kılur,
Bu gice eşyâya Hakk rahmet kılur.
Bu gice ferhân olur erbâb-ı dil,
Bu geceye cân virür ashâb-ı dil.
Rahmeten li’l-âlemîndir Mustafâ,
Hem şefîu’l-müznibîndir Mustafâ. (İlahi ve Kasîdelerle Mevlid-i Şerîf, Fazilet Neşriyat)
MEVCUDATIN EN ÜSTÜNÜ SAV.
Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Âdem Aleyhisselâm, toprak ile su arasında (henüz çamuru yoğrulmamışken) ben peygamber idim.”
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mevcûdiyetinden sonra yaratılan herkes -ister kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler ve resuller olsun, ister kendisinden sonra gelecek olan kâmil velîler olsun- tamamı onun vekilleri ve halîfeleridirler. Nitekim Resûlulah Efendimiz (s.a.v.): “Ben, Allâhü Teâlâ’nın nûrundan yaratıldım. Müminler de benim nûrumdan yaratıldılar.” buyurmuşlardır.
O, yaratılmışların en önde gelenidir. Diğer peygamberler ise ona tâbi ve ondan sonradırlar. Nitekim yine hadîs-i şerifte: “Ben yaratılış itibâriyle onların evveli, peygamber olarak gönderilmek itibâriyle de onların sonuncusuyum.” buyurulmuştur.
Resûlullah Efendimize (s.a.v.) hiçbir peygamber dahi denk olamaz. Çünkü o, dünyada kendisinden sonra ve önce gelen mahlûkâtın tamamına gönderilmiştir. Âhirette de bütün herkes onun Livâü’l-Hamd sancağı altında toplanacaktır.
Bütün peygamberlerden, onun zamanına yetişmeleri hâlinde ona îmân etmeleri üzerine mîsak (söz) alındı. Aynı şekilde peygamberler de ümmetlerinden mîsâk aldılar.
“Ben Muhammed’im, ben Ahmed’im.” buyurdular. Muhammed’in mânâsı çok övülen demektir ki bütün gökyüzü ve yeryüzü ehli onu övmüşlerdir. Ahmed’in manası ise başkalarından daha üstün daha güzel hamdeden demektir ki, O, hiç kimsenin övemediği medh ve hamdlerle Allâhü Teâlâ’ya hamd ve senâ etmiş, onu övmüştür.
O, Arş-ı A’lâ’da Ebu’l-Kâsım, semâvâtta Ahmed, yeryüzünde ise Muhammed diye anılır. (Tefsîr-i Rûhu’l-Beyan)
Âlim bir zât demiştir ki: Peygamberlerden dördüne henüz çocukluk hâllerinde iken dört büyük nimet ihsân olunmuştur:
Yûsuf Aleyhisselâm’a kuyuda iken vahiy;
Yahyâ Aleyhisselâm’a daha çok küçük yaşta hikmet,
Îsâ Aleyhisselâm’a beşikte konuşmak;
Süleyman Aleyhisselâm’a da hakîkatleri idrâk nimeti ihsan olunmuştur.
Resûlullah Efendimize (s.a.v.) ise bunlardan daha üstünü, daha mükerrem ve büyük olanı ikrâm olunmuştur ki, Allâhü Teâlâ, ona daha doğar doğmaz secde etmeyi ve Allâh’ın resûlü olduğuna şehâdet getirmeyi ihsan etmiştir.
Malumdur ki, Müslümanlar arasında söylenen her sözde ihtilaf olması mümkündür, ancak ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullah’ sözünde ihtilaf olması mümkün değildir. O sözü hiç kimse söylemese de onun manası kat’îdir.
Yine o, sadrı yarılıp kalbine nur doldurulmakla, son peygamber olmakla, doğumu esnâsında meleklerin ve hûrilerin kendisine hizmet etmesiyle, daha doğmadan henüz âlem-i ervâhta nübüvvet verilmekle ikrâm olunmuştur. Fazîlet ve üstünlük olarak bunlar ona yeter.
O hâlde ümmeti olarak bütün müminlerin onun şerîatine tazîm ve hürmete, sünnetlerini ihyâya salevât ve duâlarla ona yakınlaşmaya, bu sebeple de Cenâb-ı Hakk’ın indinde derecelere nâil olmaya gayret etmeleri lazımdır.
İmâm Suyûtî Hazretleri de der ki: “Ümmeti olarak Resûlullah Efendimizin (s.a.v) doğumuna açıkça şükretmek bizim üzerimize elbette lâzımdır.” (Tefsîr-i Rûhu’l-Beyan)
İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri, Şerefüddîn Hüseyin isimli zâta tavsiye mâhiyetinde yazmış olduğu bir mektûbunda şöyle buyurmuşlardır:
“Ey Allâh’ım! Habîbin Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) hürmetine dünyayı gözümüzde küçült ve âhireti kalbimizde büyüt.
Ey iyiyi, kötüyü ayırt edebilen aziz yavrum! Bu kıymetsiz dünyânın süslerine aldanmaktan ve fânî olan gücüne kuvvetine kapılmaktan sakın. Bütün işlerinde şer‘-i şerîfin muktezâsıyla amel etmeye gayret etmen ve dîn-i mübîn-i İslâm üzere yaşaman sana vâciptir. (Bunun için) evvelâ Ehl-i Sünnet ve Cemâat âlimlerinin görüşlerine göre mutlaka itikâdını tashih etmen, düzeltmen lâzımdır. Çünkü bu zarûrîdir. Hazret-i Allah, onların gayretlerini kabul buyursun.
Bundan sonra, bütün gayret dizginlerini, amelî olan fıkhî hükümleri yerine getirmeye sarf etmelisin. Farzları edâ etmeye ihtimamla gayret etmek, helâl ve haram hususunda ise tam bir ihtiyat göstermek (tedbirli olmak) lazım gelir…
Hulâsa olarak dünyanın zarar ve ziyanından kurtulana dek şer‘-i şerîfin hükümlerine sımsıkı yapışmak lazımdır. Dünyâyı hakîkaten terk etmek mümkün olmasa bile, hükmen terk etmekte kusur etmemek lâzımdır. Bu hükmen terk ediş ise bütün sözlerinde ve fiillerinde şer‘-i şerîfe sımsıkı yapışmak ile olur. Allâhü Teâlâ (rızâsına) muvaffak buyurucudur. Selâm, hidâyete tâbi olan kimseler üzere olsun.” (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. 2, m. 82)
BEYİT:
Bir yerde ki cehl hükümrandır
Ol yerde zıyâ-yı hak nihândır.
Âsaf (Nâfia Nâzırı Mahmud Celâleddin Paşa)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder