26 Ekim 2020 Pazartesi

MEVCÛDÂTIN EN ÜSTÜNÜ Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Âdem Aleyhisselâm, toprak ile su arasında (henüz çamuru yoğrulmamışken) ben peygamber idim.” Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mevcûdiyetinden sonra yaratılan herkes -ister kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler ve resuller olsun, ister kendisinden sonra gelecek olan kâmil velîler olsun- tamamı onun vekilleri ve halîfeleridirler. Nitekim Resûlulah Efendimiz (s.a.v.): “Ben, Allâhü Teâlâ’nın nûrundan yaratıldım. Müminler de benim nûrumdan yaratıldılar.” buyurmuşlardır. O, yaratılmışların en önde gelenidir. Diğer peygamberler ise ona tâbi ve ondan sonradırlar. Nitekim yine hadîs-i şerifte: “Ben yaratılış itibâriyle onların evveli, peygamber olarak gönderilmek itibâriyle de onların sonuncusuyum.” buyurulmuştur. Resûlullah Efendimize (s.a.v.) hiçbir peygamber dahi denk olamaz. Çünkü o, dünyada kendisinden sonra ve önce gelen mahlûkâtın tamamına gönderilmiştir. Âhirette de bütün herkes onun Livâü’l-Hamd sancağı altında toplanacaktır. Bütün peygamberlerden, onun zamanına yetişmeleri hâlinde ona îmân etmeleri üzerine mîsak (söz) alındı. Aynı şekilde peygamberler de ümmetlerinden mîsâk aldılar. “Ben Muhammed’im, ben Ahmed’im.” buyurdular. Muhammed’in mânâsı çok övülen demektir ki bütün gökyüzü ve yeryüzü ehli onu övmüşlerdir. Ahmed’in manası ise başkalarından daha üstün daha güzel hamdeden demektir ki, O, hiç kimsenin övemediği medh ve hamdlerle Allâhü Teâlâ’ya hamd ve senâ etmiş, onu övmüştür. O, Arş-ı A’lâ’da Ebu’l-Kâsım, semâvâtta Ahmed, yeryüzünde ise Muhammed diye anılır. (Tefsîr-i Rûhu’l-Beyan) Âlim bir zât demiştir ki: Peygamberlerden dördüne henüz çocukluk hâllerinde iken dört büyük nimet ihsân olunmuştur: Yûsuf Aleyhisselâm’a kuyuda iken vahiy; Yahyâ Aleyhisselâm’a daha çok küçük yaşta hikmet, Îsâ Aleyhisselâm’a beşikte konuşmak; Süleyman Aleyhisselâm’a da hakîkatleri idrâk nimeti ihsan olunmuştur. Resûlullah Efendimize (s.a.v.) ise bunlardan daha üstünü, daha mükerrem ve büyük olanı ikrâm olunmuştur ki, Allâhü Teâlâ, ona daha doğar doğmaz secde etmeyi ve Allâh’ın resûlü olduğuna şehâdet getirmeyi ihsan etmiştir. Malumdur ki, Müslümanlar arasında söylenen her sözde ihtilaf olması mümkündür, ancak ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullah’ sözünde ihtilaf olması mümkün değildir. O sözü hiç kimse söylemese de onun manası kat’îdir. Yine o, sadrı yarılıp kalbine nur doldurulmakla, son peygamber olmakla, doğumu esnâsında meleklerin ve hûrilerin kendisine hizmet etmesiyle, daha doğmadan henüz âlem-i ervâhta nübüvvet verilmekle ikrâm olunmuştur. Fazîlet ve üstünlük olarak bunlar ona yeter. O hâlde ümmeti olarak bütün müminlerin onun şerîatine tazîm ve hürmete, sünnetlerini ihyâya salevât ve duâlarla ona yakınlaşmaya, bu sebeple de Cenâb-ı Hakk’ın indinde derecelere nâil olmaya gayret etmeleri lazımdır. İmâm Suyûtî Hazretleri de der ki: “Ümmeti olarak Resûlullah Efendimizin (s.a.v) doğumuna açıkça şükretmek bizim üzerimize elbette lâzımdır.” (Tefsîr-i Rûhu’l-Beyan)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder